Sytske Sötemann

Turkse poëzie in Nederlandse vertaling

Hollandaca'da Türkçe şiir




Ahmed ARİF (1927–1991)


AKŞAM ERKEN İNER MAHPUSHÂNEYE

Akşam erken iner mahpushâneye 
Ejderha olsa kâr etmez. 
Ne kavgada ustalığın, 
Ne de çatal yürek civan oluşun, 
Kâr etmez, inceden içine dolan, 
Alıp götüren hasrete. 

Akşam erken iner mahpushâneye. 
İner, yedi kol demiri, 
Yedi kapıya. 
Birden, ağlamaklı olur bahçe 
Karşıda duvar dibinde. 
Üç dal gece sefâsı, 
Üç kök hercai menekşe... 

Aynı korkunç sevdâdadır 
Gökte bulut, dalda kaysı. 
Başlar koymaya hapislik. 
Karanlık can sıkıntısı... 
Kürdün Gelini'ni söyler maltada biri 
Bense volta'dayım ranza dibinde 
Ve hep olmayacak şeyler kurarım, 
Gülünç, acemi, çocuksu... 

Vurulsam kaybolsam derim, 
Çırılçıplak, bir kavgada. 
Erkekçe olsun isterim, 
Dostluk da, düşmanlık da. 
Hiçbiri olmaz, halbuki, 
Geçer süngüler namluya. 
Başlar gece devriyesi jandarmaların... 

Hırsla çakarım kibriti... 
İlk nefeste yarılanır cıgaram, 
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman kendimi ölduresiye.
Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin, 
Ama akşam erken iniyor mahpushâneye. 
Ve dışarda delikanlı bir bahar, 
Seviyorum seni, 
Çıldırasıya...

© Ahmed ARİF, 1968
Hasretinden Prangalar Eskittim   Ankara


VROEG DAALT DE AVOND OVER DE GEVANGENIS

Vroeg daalt de avond over de gevangenis.
Zelfs als draak begin je daar niets tegen.
Noch je kundigheid in de strijd
Noch je dappere heldenhart
Wapenen je tegen weemoed
Die zich zachtjes in je nestelt, je verteert.

Vroeg daalt de avond over de gevangenis.
Zeven stalen bomen worden neergelaten,
Sluiten zeven poorten af.
En dan plotseling treurt de tuin
Daar aan de voet van de muur.
Drie takken nachtelijke rust
Drie wortels driekleurige viooltjes...

In dezelfde vreselijke liefde
Hangt de wolk in de lucht, de abrikoos aan de tak.
De gevangenschap begint zwaar te vallen.
De duisternis is beklemmend...
Op het eiland zingt iemand de ‘Koerdenbruid’
Terwijl ik op en neer loop langs de kooien
En aldoor onmogelijke dingen verzin,
Lachwekkende, onhandige, kinderlijke...

Werd ik maar neergeschoten, verslagen, zeg ik
Spiernaakt, in een gevecht.
Waren vriendschap en vijandschap
Maar even manhaftig.
Maar dat kun je vergeten,
Bajonetten worden op lopen gezet.
De nachtronde van de bewakers begint...

Gretig strijk ik een lucifer af...
Met de eerste trek wordt mijn sigaret gehalveerd,
Ik inhaleer diep, heel diep.
Een teug zal mijn laatste zijn,
Ik weet het, ‘ jij ook al?’ zul je zeggen,
Maar vroeg daalt de avond over de gevangenis.
En buiten is het hevig lente,
Ik ben gek op je,
Stapelgek...

© Sytske Sötemann, 2009  

İÇERDE

Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mı?
Görüşmecim yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cigaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...

© Ahmed ARİF, 1968
Hasretinden Prangalar Eskittim   Ankara


IN DE CEL

Heb je het gehoord stenen muur?
Stalen deur, blind venster,
Kussen, matras en ketenen van me,
Treurige foto in mijn schuilplaats,
Die nog bijna mijn dood was,
Hebben jullie het gehoord?
Mijn bezoek heeft groene lente-uitjes meegebracht,
Mijn sigaret ruikt naar anjers
Thuis in de bergen is de lente begonnen...

© Sytske Sötemann, 2009  

OTUZÜÇ KURŞUN

1. 

Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur 
Tanyeri atanda Nemruda karşı 
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur     
Bir yanın seccade Acem mülküdür 
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında 
Ve karaca sürüsü, 
Keklik takımı...
   
Yiğitlik inkar gelinmez 
Tek'e - tek doğüşte yenilmediler 
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek 
Turna sürüsü değil bu 
Gökte yıldız burcu değil 
Otuzüç kurşunlu yürek 
Otuzuç kan pınarı
Akmaz, 
Göl olmuş bu dağda... 

2. 

Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı 
Sırtı alacakır 
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı 
Tövbeye getirir insanı 
Tenhaydı, tenhaydı vakitler 
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
  
Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu 
Saç, sakal bir karış 
Yakasında bit, 
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yurekli bir yiğit, 
Bir garip tavşana, 
Bir gerilere. 

Düştü nazlı filintası aklına, 
Yastığı altında küsmüş, 
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay 
Perçemi mavi boncuklu, 
Alnında akıtma 
Üç topuğu ak, 
Eşkini hovarda, kıvrak, 
Doru, seglavi kısrağı. 
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!

Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı, 
Böyle arkasında bir soğuk namlu 
Bulunmayaydı, 
Sığınabilirdi yuceltilere... 
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,      
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı, 
Yanan cıgaranın külünü, 
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan 
Engereğin dilini, 
İlk atımda uçuran 
Usta elleri... 

Bu gözler, bir kere bile faka basmadı 
Çığ bekleyen boğazların kıyametini 
Karlı, yumuşacık hıyanetini 
Uçurumların, 
Önceden bilen gözleri... 
Çaresiz
Vurulacaktı, 
Buyruk kesindi, 
Gayrı gözlerini kör sürüngenler 
Yüreğini leş kuşları yesindi...

3.  

Vurulmuşum 
Dağların kuytuluk bir boğazında 
Vakitlerden bir sabah namazında 
Yatarım         
Kanlı, upuzun... 

Vurulmuşum 
Düşüm, gecelerden kara 
Bir hayra yoranım çıkmaz 
Canım alırlar ecelsiz 
Sığdıramam kitaplara 
Şifre buyurmuş bir paşa 
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız 

Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz 
Rivayet sanılır belki 
Gül memeler değil 
Domdom kurşunu 
Paramparça ağzımdaki... 

4.

Ölüm buyruğunu uyguladılar, 
Mavi dağ dumanını 
Ve uyur-uyanık seher yelini 
Kanlara buladılar. 
Sonra oracıkta tüfek çattılar 
Koynumuzu usul-usul yoklayıp 
Aradılar. 
Didik-didik ettiler 
Kirmanşah dokuması al kuşağımı 
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler 
Hepsi de armağandı Acemelinden... 

Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız 
Karşıyaka köyleri, obalarıyla 
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, 
Komşuyuz yaka yakaya 
Birbirine karışır tavuklarımız,
Bilmezlikten değil
Fıkaralıktan 
Pasaporta ısınmamış içimiz 
Budur katlimize sebep suçumuz, 
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız 
Kaçakçıya 
Soyguncuya
Hayına...

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz 
Rivayet sanılır belki 
Gül memeler değil 
Domdom kurşunu 
Paramparça ağzımdaki... 

5.
 
Vurun ulan, 
Vurun,
Ben kolay ölmem. 
Ocakta küllenmiş közüm, 
Karnımda sözüm var 
Haldan bilene. 
Babam gözlerini verdi Urfa önünde 
Üç de kardaşını 
Üç nazlı selvi, 
Ömrüne doymamış üç dağ parçası. 
Burçlardan, tepelerden, minarelerden 
Kirve, hısım, dağların çocukları 
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda

Bıyıkları yeni terlemiş daha 
Benim küçük dayım Nazif 
Yakışıklı, 
Hafif,    
İyi süvari 
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür 
Ve şaha kaldırmış atını. 

Kirvem hallarımı aynı böyle yaz 
Rivayet sanılır belki 
Gül memeler değil 
Domdom kurşunu 
Paramparça ağzımdaki...

© Ahmed ARİF, 1968
Hasretinden Prangalar Eskittim   Ankara


DRIEËNDERTIG KOGELS

1.

Deze berg is de berg Mengene
Bij het gloren van de dageraad aan het Vanmeer
Deze berg is het kind van Nimrod 
Bij het gloren van de dageraad tegenover de Nimrod 
Je ene flank bedekt door lawines, de Kaukasus aan de horizon
Je andere flank een bidkleed in Perzisch bezit
Op bergtoppen glijdende gletsjers
Aan waterpoelen vluchtende duiven
En kudden reeën, 
Groepjes patrijzen...

Hun moed valt niet te ontkennen
In het gevecht van man-tot-man zijn ze onverslagen
Al duizend jaren lang, de jonge mannen van hier
Hoe moeten we dit nieuws dan brengen
Dit gaat niet over een vlucht kraanvogels
Of over een sterrenbeeld aan de hemel
Maar over een hart met drieëndertig kogels 
Drieëndertig bloedbronnen
Stroomden niet weg,
Vormden een meer op deze berg...

2.

Aan de voet van de heuvel zat een konijn
Rechtovereind, de rug bontgekleurd
De buik melkwit
Een zielig, zwanger, bergkonijn
Het hart in de keel, het arme ding
Brengt de mens tot berouw
Het was een verlaten uur, volkomen verlaten
Een volmaakte, naakte morgenstond

Een van de drieëndertig keek ernaar
In zijn buik de zware leegte van honger
Zijn haren en baard verward 
Luis op zijn kraag, 
Zijn armen gewond,
Een held met een hel van een hart,
Keek eerst naar het zielige konijn, 
Toen achterom.

Hij dacht aan zijn lichte karabijn
Gebroken onder zijn kussen,
Hij dacht aan het veulen dat hij van de vlakte van Harran
Had meegebracht, haar manen met blauwe kralen,
Een bles op haar voorhoofd
Drie vetlokken wit,
Haar galop soepel, behendig
Zijn kastanjebruine merrie.
Wat hadden ze gevlogen in het zicht van Hozat!

Lag hij er nu maar niet zo hulpeloos bij 
En gekneveld met achter zich de koude loop
Van een geweer,
Dan had hij zich op deze hoogten kunnen verbergen...
Deze bergen, bevriende bergen, kennen je waarde, 
Goddank maken deze handen een man niet te schande,
Deze meesterhanden
Die bij het eerste schot raak schieten,
De de as van een brandende sigaret,
En de tong van een adder
Die schittert in de zon...

Deze ogen zijn zelfs niet een keer misleid
Door de ravijnen die lawines verwachten
Door het besneeuwde, fluweelzachte verraad
Van de klippen,
Zijn wetende ogen...
Helpen hem nu niet meer
Ze zullen hem doodschieten,
Het bevel staat vast,
De blinde reptielen zullen zijn ogen opvreten
De gieren zijn hart...

3.

Ik ben neergeschoten 
In een verlaten inham van de bergen
Ten tijde van een ochtendgebed
Ik lig 
Languit, in het bloed...

Ik ben neergeschoten, 
Mijn droom, zwarter dan de nacht,
Voorspelt mij niet veel goeds 
Voortijdig nemen ze mijn leven
Ik krijg het niet meer in een boek
Een pasja zond een gecodeerd bevel
Ik ben neergeschoten zonder verhoor, zonder vonnis

Peetoompje, schrijf precies op wat er met me is gebeurd
Anders denken ze nog dat het een verzinsel is
Dit zijn geen rozen of borsten 
Dit is een dumdumkogel
Uiteengespat in mijn mond...

4.

Zij brachten het doodsbevel ten uitvoer, 
Besmeurden de blauwe bergmist
En de halfontwaakte ochtendwind
Met bloed.
Zij staken er daarna hun geweren in
Fouilleerden langzaam en grondig
Onze lichamen.
Scheurden mijn rode gordel
Van Kirmanshahweefsel aan flarden
Pakten mijn gebedsketting, mijn tabak en verdwenen
Allemaal geschenken van Perzische vrienden...

Wij zijn verwanten, broeders, verbonden door bloed
Al eeuwen ruilen we onze dochters uit
Met de dorpen, de vlakten aan de overzij,
Zij aan zij zijn we buren
Onze kippen paren met elkaar,
Niet uit onwetendheid
Maar uit armoede
Aan paspoorten zijn we nooit gewend geraakt
Dit is onze schuld de oorzaak van onze dood,
Uitgemaakt voor rovers
Smokkelaars
Moordenaars
Verraders...

Peetoompje, schrijf precies op wat er met me is gebeurd
Anders denken ze nog dat het een verzinsel is
Dit zijn geen rozen of borsten 
Dit is een dumdumkogel
Uiteengespat in mijn mond...

5.

Schiet schoften, 
Schiet,
Zo makkelijk sterf ik niet.
Ik ben smeulend as,
In mijn buik liggen mijn woorden, 
Voor hen die ze begrijpen.
Mijn vader gaf zijn ogen aan het front bij Urfa
En zijn drie broers
Drie prachtige cipressen, 
Drie brokstukken berg van onvoltooid leven.
Toen bloed en stamverwanten, de kinderen van de bergen
Vanaf de torens, de heuvels en de minaretten
Zich verzetten tegen de Franse Belegering 

Zei mijn jonge oom Nazif,
Nog maar pas met baard,
Knap, 
Tenger, 
Een goed ruiter, 
Schiet broeder
Dit is de dag van eer
En spoorde zijn paard aan.

Peetoompje, schrijf precies op wat er met me is gebeurd
Anders denken ze nog dat het een verzinsel is
Dit zijn geen rozen of borsten 
Dit is een dumdumkogel
Uiteengespat in mijn mond...

© Sytske Sötemann, 2011  

ANADOLU

Beşikler vermişim Nuh'a,
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,          
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun?

Nasıl severim bir bilsen
Köroğlu'yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?

© Ahmed ARİF, 1968
Hasretinden Prangalar Eskittim   Ankara


ANATOLIË

Aan Noach gaf ik wiegen, 
Schommels, hangmatten,
Je Moeder Eva staat bekend als kind van gisteren,
En ik ben Anatoliër, 
Ken je me?

Ik schaam me,
Ik schaam me voor de armoede,
Zo open en bloot...
Mijn zaailingen bevriezen, 
Mijn oogst mislukt.
In de wereld van dichters en wetenschappers, 
Waar de atoombloemen van broederschap, 
Van arbeid en saamhorigheid,
Openbloeien,
Bleef ik alleen over,
Alleen en ver weg. 
Weet je dat?

Duizenden jaren ben ik uitgemolken,
Heersers, aanvallers en rovers
Vertrapten met hun angstwekkende ruiters
Mijn lichte slaap in de dageraad
En persten mij af.
Alexander kreeg ik niet te pakken, 
Noch een sjah of een sultan
Zij kwamen en gingen, zonder schaduw!
Ik groette mijn vriend
En verzette me...
Zie je me?

Als je eens wist hoe ik ze liefheb, onze helden,
Köroğlu, 
Karayılanı, 
De Onbekende Soldaat...
En Pir Sultan en Bedreddin. 
Dan begeeft mijn pen het, 
Bij zoveel hartstocht...
Als je eens wist,
Hoe gek ze op mij waren.
Als je eens wist, hoe in Urfa de schutter 
Vanaf de minaret en de barricade, 
Vanaf de tak van de cipres,
Lachte om de dood.
Ik wil beslist dat je dit weet, 
Hoor je me?
 
Verneder jezelf niet zo
Het is zo triest, zo zielig...
Waar je ook bent, sta er,
Binnen, buiten, in de klas, in de rij,
Loop fier rechtop,
Spuug in het gezicht van de beul,
De opportunist, de oproerkraaier, de verrader...
Verzet je met boeken
En arbeid.
Met hand en tand,
Met hoop, hartstocht en dromen
Verzet je en maak me niet te schande.

Zie, hoe ik opnieuw word geschapen,
Eervol, door je jonge handen.
In de toekomst zal ik dochters
En zonen hebben, 
Ieder een onmisbaar deel van de wereld.
Hoeveel duizend jaar al staat mijn verlangen in de knop,
Ik kus je ogen,
Je ogen,
Mijn hoop is op jou gevestigd,
Begrijp je dat?

© Sytske Sötemann, 2011